6 Kasım 2017 Pazartesi

Bir Kasım Akşamüstü

               Ufka daldığım akşamüstlerim; seni düşünürken inan ben bende değilim. Avare olup dolanıyorum sokaklarda. Şimdi sen bu şehirden gittin ya olmuyor, yürümüyor şehir içerimde. İlerlemeyen bir lokomotif sanki, ince ince bağırıyor bana; sende git, kurtar kendini anılardan diyor da bir türlü gidemiyorum. Gidemediğim onca sokakta hayaletinle dolaşmak çok acı veriyor, dayanamıyorum. Ağlıyorum bazıları, meraklı gözlerin bakışına aldırmadan ağlıyorum. Belki kendimden kaçıyorumdur seni ararken kim bilir, belki de o hazin akşamüstünü tekrarlıyordur içim. Ne olursa olsun özledim. Serin kış akşamlarında bana bakışını bile özledim.
               Bu akşamüstünü diğerlerinden ayıran en önemli noktaya dönelim. Bir yıl önce bu akşamüstü sen o yağmurda kaza yaptın. Bana bunun haberi geldiğinde geçti, geçten bile geç. Kalbin durmuş o adam sana çarptığında, hasta kalbin dayanamamış. Hani derdin ya ‘Senin kalbin attıkça benimki de atar’ diye, o an benim kalbimde mi durdu yoksa? Bensem eğer suçlusu gel bu gece rüyama, al kalbimin o dayanılmaz ritmini. İnan yok demem buna.
               O akşamüstü beni almaya geliyordun, dışarı çıkacaktık, hazırlanmıştım bekletmezdim seni hiç. Sevmezdin beklemeyi, ilk günümüzde söylemiştin bunu. Ben seni beklerken haberin geldi sevgilim, bu sefer o telefon o kadar acı çaldı ki anladım. Hissettiğimi anlatmam güç, ancak beni kaybedersen anlardın. Bu hiç olmadı be sevgilim, keşke yanında olsaydım o an. Ben seninle mutlu ölmeliydim, sensiz divane oldum.
Dolu doluydu yaşadığımız beş sene. Tanıdık eş dostun en gözde çiftiydik, okullar bittiğinde evlenecek mutlu hayatımıza devam edecektik. Ailelerimiz mutluydu, bizse çok çok mutluyduk. Belki de ondan oldu bu olanlar. Hatırlar mısın bilmem demiştim sana ‘Mutlu olursam kötü bir şey olur’ diye, sense ‘Korkma minik sevgilim, ben korurum’ demiştin. Koruyamadın sevgilim. Akşam oldu iyiden iyiye, soğudu hava. Sen olsan kızardın bana, balkonda durmama. Hadi gel ve kız gene bana. İstersen bağır, ben sarılırım sana sakinleşirsin nasıl olsa.
Baksana ne güzel yanmaya başladı şehrin ışıkları, her akşam aynısı oluyor biliyor musun sevgilim? Sahi izliyor musun beni oradan? Unutmadın değil mi? Ne kadar acı değil mi hala seninle konuşuyorum. Herkes gitmemi söylüyor ama ben gidemem ki buradan, burada sen varsın. Bu ev ki aşkımıza şahit, bu ev ki duvarları sen kokuyor hala. Nasıl kokundan uzak kalabilirim ki?
Delirmeye başladığımı düşünüyorlar, delirdim mi? Aşk delilik işi değil mi zaten. Ben sana delicesine aşıktım, sen gittin deli oldum. Konuşuyorum seninle, solumda oturduğunu görüyorum. Mutlu musun orada, güzel mi? Sen iyi bir yerdesin biliyorum. Kızardın meleğim dememe ama meleksin sen artık. Özledim be sevgilim, hani şimdi çıkıp gel desen düşünmem gelirim peşinden.

Uzaklara bakma öyle bana bak, gözlerini çok özledim. Hayalde olsan bak. Şehrin ışıklarını izleyelim, sen bana yıldızları anlat. Ben sızayım gene sıcak ve güvenli kollarında. Ne olur kal bu gece. İhtimalleri düşündükçe çıldırıyorum, öyle zorki. Sensizlik çok zor, özledim çok özledim…

4 Kasım 2017 Cumartesi

Hayat Çizgileri

            Telaşsız gözler için görsel şölendir İstanbul, benim içinse seni her köşesinde aradığım bir karmaşa. Benim için her köşesinden belki sen çıkarsın diye var bu koca şehir. Seni aramak, yorulmadan aramak. Soğukta seni beklemek zordu evet ama güzeldi. Şimdiye kadar kaç yıl etti tanışıklığımız? Çok basit cevabı; ezeldendir tanıyorsun beni. Bende seni öyle, ebediyete kadar tanıyorum. Ben çocukluğumuzdan beri biliyordum, bizin geleceğini. Kesişen kaderlerimizin her bir noktada ayrılması başka türlü açıklanamaz. Biliyorum; güzeldik, saftık ama aynı oranda da imkansızdık, imkansızıydık birbirimizin.
            Aynı nokta da sonsuz defa buluşan sonsuz doğrulardık. Zamanla yanlış şıkları olduk hayatlarımızın. Ben gene de seni beklediğim akşamlara, sofralara sahip oldum. Senelerce sana açtım kapılarını evimin, bir başkasına açamayacağım kadar senle doluydu içim. Doğru sen olsanda yanlış hayatlarda harcadığımız ömürlerimiz oldu. Bambaşka yollara sürüklendiğimiz zamanlarda bile birbirimizi tamamlamışız yıllar boyunca. Doğru anı beklemişte, beklemişiz.
            Seni gittiğim her şehirde, tanıdığım her erkekte aramamsa evet en büyük yanlışım oldu. Sen farklıydın çünkü. Daha çocukken bile incinen yaralarımı sarmaya çabalardın. Sense yanlış kadınlarda beni aradın, hala arıyorsun biliyorum. Sen iflah olmaz bir kaşiftin, bense bekleyen olmaya razı.
            Hatırlar mısın daha kolay dedin bana çocukken aşk. Evet ilk aşkıydık hayatlarımızın, fazlasıyla masum ve cıvıl cıvıl. Ben o cıvıltımı sana taşımak için yıllardır mücadele halindeyim. Ben ki seni özlemekteyim. Sadece sen anlardın benim halimden ve ben sadece senin dayanıksızlığını bilecek kadar yakınındım.
Hayatının kalanı olmak için halen bekliyorum. Beklemek yorucu ama bekliyorum. N’olur daha fazla geç olmadan, daha fazla hayat gezmeden gel. Senden önce bulacaklar beni diye ödüm kopuyor.
Şimdi sen onunlasın, bu saatlerde, belki de ona onu sevdiğini söylüyorsundur. Ben seni tanırım da, bilirim de susarım sen şimdi mutlusun diye. Ben gidemiyorum senden, bekliyorum gecenin ayazında, yalnızlığın karanlığında.
Ben sen yokken öğrendim; martılar sabah olmaya başlarken çığlık atıyorlarmış. Ben sen yokken öğrendim; kahvenin fincanda nasılda hızlı soğuyabildiğini.
İç içe ama bir olmayan hayat çizgimizle baş etmeyi öğreniyorum. Ayrı yollarımız kesişir belki. Gene başladı solumla sağım konuşmaya, atışıyorlar tatlı tatlı, bir yanım sen bir yanım sensizlik. Üçüncü Şahsın şiirini bilirsin Atilla İlhan’dan hani, onunda dediği gibi “Felaketim olurdu ağlardım”, ben senin gözlerin gözlerime değse de ağlardım, senin başkasıyla olmana gerekte yoktu. Ben gönüllü biçaren sense habersiz gaddar adam. Kötü bir şey demekte gelmiyor içimden. Fena bir laf ederim de canın yanar diye korkuyorum.

Ne güzel şey seni sensiz de sevebilmek ve seni sensiz de hayalinle yaşamak. Ben sensiz yaşayamam demiyorum. Yaşarım. Ama senden ayrı mutsuz yaşamak değil ben seninle mutlu ölmek istiyorum. İzin ver bari bunu yaşayayım…

31 Ekim 2017 Salı

Neşet Baba ve Diğerleri

               Deniz fenerinin ışığı yüzüme vurdukça gözlerim yanıyordu. Saat kaçtı? Geldiğim de sahilde çiftler vardı, şimdiyse bir başıma aya bakıp ağlıyorum.
               Bu duruma nasıl geldim? En son konuşuyorduk, rakı masasındaydık, ben ağlıyordum ve sen inanmayarak bitti diyordun. Ben öylece ağlayabiliyordum, bilirdim sende bittiysem asla olamazdık. Sen demiştin başta bitti dediğimde sus diye, kusura bakma ağladım ama. İnan istemezdim ağlamayı. Sadece tutamadım affet.
Gidişinin de gelişin gibi ani olmasıydı beni ağlatan. Geldiğinde aynı yerdeydik sadece başka masalarda dost meclisindeydik. Bundan iki yıl önce. Aynı taksi için kavga edişimizse, nefret ettiğim tek detay şuanda. O gece o meyhanede çalan Neşet baba ikimizin de eşlik ettiği tek şarkıyı söylerken göz göze gelmiştik. O zamana geri dönmek vardı şimdi. Gene aynı parça şuanda mırıldandığım –Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?- seninle ne de güzel söylemiştik. Her yıldönümü buradaydık. Şimdiyse ikinci yıldönümünde bu meyhanede tek kalmama içiyorum. Keşke izin verseydin demek geliyor içimden ama zaten sıkılmışsın benden belli. Neden gittin? Ya da doğru olanı sorayım kimin için gittin?
Gitme nedenleri başkaları olur genelde. Anason kokusu sindi iyiden iyiye üzerime. Kimi sevsek gidiyor derdim de ben bir seni sevmiş, seni benimsemiştim. Benim demiştim, bu adam benim. Ne oldu şimdi düşüncelerime? Değiştirdin hepsini, neden değiştirdin peki? Ya adam biz seninle aynı soğukta donmadık mı? Biz seninle sen üzgünsün diye içmedik mi? Ben sen gül diye türlü şekle girmedim mi? Neden şimdi bu gidiş? Neden bu ayrılık, neden istemedin beni hayatında? Diyordun ya bana ailem sensin diye, ailen kim şimdi? Ben nasılda sen olmuşum farkında olmadan. Hoş ben istedim demi bunları? Her şey benim suçum, alışma demiştin başta bana ama sever gibiydin sende. Gülüyordun ya hani bana içten, samimi, o güzel gülüşünle ben o an alışmıştım zaten sana. Sen ne yaparsan yap çoktan sen olmuştum. Sen giderdin bazı geceler evimizden ben beklerdim seni sabaha kadar, işin vardı son birkaç aydır ve ben bunu göremeyecek kadar aşık olmuşum sana. Nasıl kör olmuşum böyle? Şimdi netleşiyor dünya, kapatıyorlardı meyhaneyi gece yarısını biraz geçmişti henüz. Bende aksayan adımlarımla ancak sahili bulabilmiştim. Sonu malumun; deniz feneri, yanan gözlerim ve acılı kalbim. Ya ben seninle buraya gelmiştim, hatta beni buraya sen getirmiştin ilk kez. Ben neden senin olduğun dünyalardan kaçamıyorum ısrarla? Hala seni anlatan yerlere gidiyorum. Ayakuçlarıma değen suyun soğuğuyla kendime geldim biraz, deniz ne soğuk bu gece. Sen kışın denize buradan girerdin, hatırlar mısın acaba şimdi o günleri? Hatırlamak istemeyen anımsamaz doğru ya, hatırlamak istesen bu gece burada yanımda olurdun.
Ne kadar zormuş kalan olmak. Ben şimdi o eve nasıl dönerim, nasıl sensiz o kanepede yatarım. Üşürüm ki ben sensizken o evde; kendin diyordun bunu hatırlasana. Acaba özler misin beni? Bir süre sonra geri döner misin demek gelse de içimden, yok sen gelme. Ben iyileşmeye çabalarım, sen gelme. Kal o gittiğin evde. Ben şimdi seni anımsatan her hatırayı nasıl silerim onu düşüneyim, sende neden diye düşün, neden ağladı o kadar? Zor ya valla bak her şey zor şuan da benim için. Şimdi arkamda ki çalıdan çıt sesi gelse ürkerim ama sen olmadığın için, ölmekten korkumdan değil. Sen varken her şey yalan gelirdi bana. Şimdi ne kadar da gerçekmiş meğer acılar. Her anını hatırladığım iki koca yıl, arkadaşlarım kısa demişti bu süre için ama bana bir ömür gelmişti seninle her dakikam.

Sessizliğimde seni buluyorum şimdi, evin sessizliğinde, gözyaşlarımın sessizliğinde. Şimdi ben neyi, nasıl anlatayım herkese. Senin gidişini anlatmak, zor be sevgilim. Evden son eşyalarını almaya geldiğin zaman bunu sana sormalıyım sanırım sonuçta her şeyimiz ortaktı ya seninle. Açıklamalarda herkes bizden evlilik haberi beklerken ayrılık hiç hoş olmadı be sevgilim. Ben kendime açıklayamazken nasıl herkese açıklarım. Keşke zamanda geriye gidebilsek ve ben alabilsem o anı geriye sustursam seni, konuşma sevgilim desem. Şarkılar söylesem sana, güzel zamana ait şarkılar, düzelir miyiz acaba?

30 Ekim 2017 Pazartesi

Yakarışlar

               Bu gece bu kadar yağmurun tek nedeni sen olmalısın. Başka açıklaması, izahati yok bunun. Söylememeliydim biliyorum. Söyleyince gider insanlar. Söyle dedin ama sen, istedin sandım. Seni ben sandım. Özür dilerim bunun için. Kimseyi sen sanmamalısın. Zaten kim senin gibi olabilir ki ya da benim gibi. Benim gibi sevebilir mi biri daha seni? Severse haber ver olur mu? Merakta bırakma beni. Sanmam olabileceğini ama gene de söyle. Köşe başlarında seni göremeyeceğim sanırım artık.
Sadece bende kaldın, öyle bir kalmak ki istila gibi nefes aldırmıyor bana. Bu kadar acımasız olamaz bana karşı aşkın ama oluyormuş; seninle olmayınca acıtıyormuş. Sevipte sevilmeyince düğümler oluşuyormuş boğazda, açıklanamayan göz dolmaları yaşıyormuş insan. Yavaş yavaş öldüğünü hissediyormuş. Acısını hissedemez hale gelene kadar hissettiklerin bir ömür vazgeçiriyormuş. Neden vazgeçmek diye sormayın, nedeni küsmek işte. Biliyorsunuz, küstürür aşka acılar. Küsmek istemiyorum demeyin boşa. Küsersiniz istemeden de olsa, küsersiniz. Küstüğümüz de kalkanlarımız oluyormuş. Kalkanlarım, bu sefer bu kırıktan, bu kırık oktan koruyun beni.
Bu akşam aydınlanma akşamım. Bir adam sevdim, söyledim de ben, evet ben söyledim. O ise dalga geçti. Acı olan yanı buydu. Dalga geçilmek, sevenle dalga olmaz, seven şaka yapmaz. Bir filmde böyle diyordu seven; sevenle dalga geçilmez, deyip sonrada sıkmıştı başına, sahildeki o küçük meyhanede. Güzel bir yerde poetik bir intihar. Kolay olmayan ama güzel olan.
Peki ben nerede ve nasıl ölmeliyim? İntihar mı, sanmıyorum. Zor bir yol benim için. Ben sadece kurtulmak istiyorum acılarımdan. Temelli bir kurtuluş olsun bu.
Ben artık sonum olsun istiyorum. Bu dünya da çok gün geçirdim. Benim için yeterli bu kadarı neden daha fazlası olsun ki? Yazarken toparlayamadığım zihnim neden yazmıyorken çığlıklar atarak konuşuyor benimle.
Tanrım yorgunum, çok  yorgunum yüzyıllar boyunca koşmuş kadar çok yorgunum. Bana bir çıkış yolu lazım acil tarafından, lütfen gönder artık çıkışım için biletimi. Lütfen tanrım yalvarırım, çıkmak istiyorum bu çok sesli ve acılı oyundan.

Bu acılar, anılar, anlar ve bu aşk artık sonum olsun. Şimdi kalemi bırakma vakti…

29 Ekim 2017 Pazar

Çilingir Sofram

               Karanlık bir arka sokakta rastlaşmıştık seninle, sözcüklerin hala aklımda; nasıl demiştin şaşkınlık içerisinde, nasıl giderim buradan. Şaşırmıştım, bana bakışların fazlasıyla etkiliydi. Tarif etme yeteneklerimi sanırım az önceki bakışında kaybettim. Benim için fazla sarsıcıydın. Epey duraksamadan sonra benimle gel demeyi ancak akıl etmiştim ki bunu da sorgular bakışlarında mahvettiğimi hissedip susacaktım, sen bana bakıp emin olduğunda tamam dedin. O tamam hayatım da milat oldu.
               Seninle yürüdüğümüz o yol boyunca düşündüklerim hala aynı canlılıkta hayallerimde. Sesinin meleklerden hiçbir farkı yoktu ve sen bana gülüyordun. Tabirlerim caiz değilse idamımı isteme olur mu? Zor bilirsin yanarken susabilmek. Neden susmasını isterler yanarken insan? Ben o gece o sokakta susmamayı öğrendim. Karşılaşmamız ani ama doğru oldu. O sokağa girdiğimde nereden saptım bu sokağa demiştim, şimdiyse iyi ki diyorum. Soğuk akşamlarıma gülüşünle güneş gibi doğdun.  Bazen hayat sana akıl almaz seçimler yaptırırsa, kızma güzel şeyler çıkar sonucunda. Yanında yürüdüğüm her saniyeye minnettar kalacağım. Soğukta titreyişin hala aklımda, ürkek bakışların korkman. Ne kadar da benzermişiz meğer.
               Ben seni kaybetmekten korkmaya o gece başladım. O gece ben seni korumam gerektiğine inandım. Ben seni ölesiye sevdim, sevmeye de devam etmek istedim. Neden beni birden bıraktığını anlamam uzun zaman sürdü. Sonraysa anladım senin çektiğin sıkıntıyı da, zordu beni bırakmak ama bırakmanın nedeni daha zordu.
               Kaçıncı evre demişlerdi sana? Dört müydü? Beni yanında istememenin nedeni sadece beni korumakmış, neden korudun ki ben seninle acıları istedim. Ben seninle sadece yaşamak ya da ölmek istedim. Seninle her şeye vardım, yok oldum. Beni yok etmende değil, bizi yok etmen beni bitirdi. Ben sadece yanında olmak isterdim.
               Birden ortadan yok olman aynı o gece karanlık sokakta karşıma çıkman gibi aniden olmuştu. Ben seni yakalamaya çalıştıkça elimden kaçışınsa kalbimi durdurmaya yetmişti. Ah benim güzel kadınım, ben seni her halinle sevmeye hazır biçarendim. Ben şimdi bir başkasına sen gibi nasıl bakarım. Ben bir başkasına nasıl benim derim. Ben sensiz nasıl ben olurum. Ben bundan böyle nasıl nefes alırım. Senden öğrenseydim en azından hastalığını. Hiç unutamayacağım bir mart gününde o telefonun ucundaki sesten değil de, senden. Benden keşke sakınmasaydın. Senden sonra okudum hastalığını, moral lazımmış. Moral, bensiz sana nasıl uğrasın. Ah benim kalbi yaralım, ah benim tatlı sözlü sevgilim. Ben seni toprağa vermeye hazır değildim ki, olmadı bu. Sen karanlıktan korkardın, şimdi karanlık  dört bir yanın. Anlamalıydım ama beni öyle severken gitmenden anlamalıydım. Zordu sensiz nefes almak, belki barışırız ihtimali varken bile zordu. Şimdiyse nasıl imkansız nasıl zor ve bedbaht. Sensiz nefes aldığım her gün ciğerlerimdeki o kor ateş beni öldürüyor.
Sensizlik zor be Elra’m. Sensiz rüzgarda savrulmak, bahar da yapraklarını döken ağaçlara dönmek, sensizken ben sadece ölüyüm. Keşke çıksan gene o köşe başından. Gene korksan da benden, çekinsen. Ürksen gene sonra bende huzurunu bulsan. Ama gene gitmesen o karanlık cehenneme. Seni benden ayıran o hastalık, o lanet taramalar, kemoterapiler. Hepsi, bensiz atlatmaya çalışırken yorulmuşsun, yorgun düşmüşsün bensiz. Sonrası o telefon, dünyanın benden uzaklaşması ve tabii ki senin cenazen.
Ne çok sevenin varmış, kıskandım seni o gün. Ellerim tabutuna değmek için çabalarken, sen başka omuzlarda taşınıyordun. Belki dokunsam sana o anda geri gelirdin, severdin sen şakaları. Mutfağımızda yaptığın şakalar gibi, bir anda çıkardın belki atlardın üstüme işte geldin koca adam der sarardın. Sarılırdın o küçük ama güçlü kollarınla. Ben seninle güçlüydüm. Sen bana her güldüğünde, her baktığında güçlüydüm. Şimdi evet şimdi güçsüzüm. Yorgunum. Ben kıyamam seni oraya bırakmaya, oysa elimde kürekle öylece bekliyorum şimdi baş ucunda. Son bir kez yüzünü görmeme izinde vermediler. İstememişsin görmemi. Böyle ceza mı olur sevgili!
Şimdi sen yoksun. Ben kanepemde hep oturduğun yerde oturuyorum. Ben seni özlüyorum. Annen söyledi, bana mektup yazmak istemişsin ama halin olamamış bir türlü. Tahmin ederim zordur o haldeyken kalem bile tutmak. Ben şimdi evim-iz-de hayalinle sarmaş dolaşsam eğer, ben senin ne demek istediğini biliyorum demektir. Sen benim içimde öyle yer etmişsin ki, öyle işlemişsin ki içime sen olmadan da seni sevecek, seni yaşayacak kadar sana sahibim. Ben sen olmuşum sevgili, ben sende ben olmuşum.
Şimdi sen ve ben ayrı dünyalarda yaşayan iki ölü. Ben sensiz olamam. Dedim ya sen gittin ve ben öldü. Belki madden de ölmenin vaktidir. Ben sensiz kaç çilingir sofrasında, kaç kadeh, kaç şişe içmişim, belli değil sorma cevap veremem buna. Hayır sitemim yok sadece özledim. Evet belki birazda delirdim. Ne yaparsın aşk delilik işi zaten. Ben sana deliyim. Neyse sevgilim kaldır kadehini, bütün hepsi senin şerefine kadınım. Hepsi sana….


26 Ekim 2017 Perşembe

Dumanlı Gece...

               Sigaramın aydınlattığı gece de yıldızsız gökyüzü altında seni düşünüyorum. Bir yanda dalgaların sesi, bir yanda ise beynimde yankılanan sesler. Sanırım sana açılmak hata oldu. Neden bu kadar sertti ki tepkin? Ben seni severken kırmak bu kadar kolay olmamalıydı. İnsan kalbi kırıldığında gerçekten ses geliyormuş sayende öğrendim bunu da. Sana adanan şiirlerin bile canını yaktın. Bir insan nasıl bu kadar gaddar olabilirdi ki?
               Dalga sesleri; ah o muhteşem sesler onlar olmasaydı seni oracıkta öldürebilirdim, öyle sevmiştim; kimsenin olmamalıydın. Alınmalarım, kıskançlığım bundandı hep. Senin sevdiklerini sevmek vazifemdi. Ben sana alışırken olacak iş miydi bu. Şimdi ben sahilde soğuk kumlarda yatarken sen rahat yatağında uzanmış uyumuşsundur bile. Ah ne muhteşem bir olay seni uyurken izlemek.  Bir kez yanımda uyuklamıştın sen hatırlamazsın da ben unutamam. O gün demiştim bu adam ömrüm boyunca izleyeceğim kişi olmalı diye. Ama olamadın. Kırıp gitmek kolay değil mi? Kalıp savaşmak bu kadar zor olamaz ama, neyse sana gene de kötü söz söylemek istemem. Hukukumuz var o kadar zaman, anı, kahkaha kadar hukukumuz var.  Uzun zaman sonra yeniden yazmama neden olanda sensin zaten. Ah bu hayatın bu halde olması da senin suçun. Ben bilmezdim sabah güneşin doğuşunun soğuğunu; öğrendim sırf seninle olabilmek için uykusuz kaldığım her gecemde ezber ettim. Belki bu da okunmayacaklar listende üst sıra da yer alacak ama olsun ben sana ulaşmayan milyonlarca yazı yazmaya da razıyım. Bilir misin insan sevdiğinde sadece hayırlarına alınırmış o kimsenin, ben bunu da öğrendim seninle. Bana hayat dersi verdin resmen. Gözüme soktuğun onlarca kadın, ben nasıl hak ettim bunu. Tek suçum yanında olmak mıydı sahi? Ondan mı yaptın? Yerimi doldurabildiler mi bari! Doldururlar senin için fark etmezdi, biri olsun yeterli bu senin sözündü.
               Ah gökyüzüm nasılda karanlık, bu gece ay bile gelememiş üzüntüsünden. Hatırlar mısın, senle gelmeyi düşünmüştük buraya. Bu kıyıda beraber oturup konuşacaktık, belki de sadece susacaktık ama beraber olacaktık. Bana bunları diyen adam nasıl oldu da beni sevmedi diye düşünmek kıvılcımlara neden oluyor bedenimde. Nasıl saftım. Bu kadar saf olmak dile kolaydı ama ben olmuştum…

               Şimdi dövünmek doğal olarak yas tutmanın bir yolu olacaktı sadece. Sigaram içmeden bitmişti, daldığım düşüncelerden ancak elimin acısının dayanılmaz olması sıyırdı beni. Peki ben bu acıya nasıl katlanacaktım sen bana geçecek demeden üstelik. Bu sahil de yanımda sen olmalıydın. Her zamanki gibi bana takılsan da olmalıydın. Ben razıydım uzaktan da sevmeye, neden konuştun ki dil. Neden söyledin onları. Bana yaptığın büyük acımasızlıktı. Şairin anlattığı gibi olmasıysa çok poetik olmasından başka bir şeye yaramamıştı. Şimdi ölüm bir dalga uzağımda beni bekliyor. Son şanstın hayatımdaki. Onu da berbat ettin…

Tekrarlarım...

               Rüyalarım vardı bir zamanlar. Pembe ve beyaz ağırlıklı, yumuşak düşüşlü rüyalar. Sonra geçti yıllar; değişti renkler. Artık koyu siyah. Zifiri karanlık. Düşüşler, onlar da değişti tabii. Çoğu zaman bir dar ağacında, idam sehpasında, şanslıysam eğer derine düşüşler. Büyüdükçe rüyalar kabus oluyormuş. Büyüdükçe hayat senden kopuyormuş. Zormuş dik yokuşları tırmanmak. Zormuş her şeye rağmen yaşamak. Zormuş ağlarken gülmek.
               Çok tekrara düşerim ben, hayatımda da çok tekrara düştüm. Bile bile sonucunu yaptığım, tekrarladığım hatalarım var benim. Bile bile yıkılan duvarlarım var. Bilerek düştüğüm uçurumlarım var.
               Konu neydi, dur karışıyor aklım, zihnim net değil. Duyduğum yalanlardan olsa gerek toparlanamıyor aklım. Kim hangi yalanı söylemişti?
               Bağlanamıyorum, ilişki istemiyorum, sevmiyordum zaten…
               Bahaneler, yalanlar, kandırmalar, aldatmalarla ve en acısı kaçışlar içerisinde geçen yirmi küsur sene. Artık kaçmak yok.
               Yüzleştim kendimle. Neden dedim ona. Neden ben? Bana verecek bir cevabı yoktu. Öylece sustuk. Gecenin bir yarısıydı, martılar hala uçuyordu ve biz hala karşılıklı susuyorduk.
               Ağlamak için her bir zerren masum olmalı, dedi bana. Şaşırdım, masumdum ben. Bu oyundaki kurban bendim.
               Hayır dedi sen değil, insanlık kurban bu oyunda. Gidenlerine hoşça kal diyebildin mi? Diyemedin. Diyemediysen masum değilsin. Boğazına kadar batık bir halde, sende herkes kadar suçlusun.
               Hayır dedim, ben suçlu olamam. Ben gitmedim ki kimseden; onlar gitti. Ben öylece bakakaldım.
               Biliyorum sonrasında ağladın, biliyorum ben senim dedi. Biliyorum olanları, her şeyin farkındayım. Ama sonra kızdın onlara, onu da biliyorum. Hatta birkaçı ölsün istedin, dedi. Evet dedim. Çok yaktılar canımı, istedim. Ölsünler, bitsin acım istedim. Ölmeleriyle biter mi acıların? Öyleyse çek vur hepsini, teker teker ölsünler.
İçimde ki ben; ben ve geri kalan herkese karşı öfkeliydi. Haksız da sayılmaz. Ben ve diğer herkes yüzünden erkenden büyüttüm onu. Daha çocuk olacak yaşta anne, abla, baba, sırdaş, sığınılacak liman olmuştu. Bana ne dese haklıydı. Doğru suçluydum.
Kalktım ayağa, yürüdüm korkuluklara doğru. Peki ben, öldüğümde masum olacak mıyım? Karşımda ki kaybolmuş, onun yerine sadece sararan yapraklar kalmıştı. Ne çok üzülürdüm çocukken, dökülen yapraklara. Şimdi biliyorum, yaşamak için dökülüyorlar. Tutsaklıkları bitiyor.

Peki ben? Ben de düştüğüm zaman tutsak olmayacak mıyım? O zaman hemen şu korkulukların öte yanına geçip bırakayım kendimi yer yüzüne, bitsin bu ölümcül oyun…

25 Ekim 2017 Çarşamba

Kız Kulesi ve Galata

               Zihnimde anılarımı tasfiye ettim bugün. Zor oldu bazen ayırmak,atmak. Yardımcı olsun diye kadehlere sığındım. Kadehlerin sayısı arttıkça anılarım daha hoşlaştı. Zira acılarıma gülmemin nedeni yalnızca bu olabilir. Odamın duvarları uzun zaman sonra ilk kez bu kadar sesle yankılandı.
               Hatırlıyorum bir ara Galata’ya bile ağladım; kaçıncı kadehti sayısını hatırlamıyorum. Kız Kulesi’ne kızdım, denizi daha çok seviyor diye. Sonra hatırladım, Kız Kulesi gibi bende denizime aşıktım. Galata bana denizi veremezdi.
               Hikayelerini ilk duyduğumda vazgeçmiştim sevmekten. Kaç yıl olmuştu birini sevmeyeli? Hatırladım, sanırım bir ömür kadar. Zordu tabi bu kadar zaman tek kalmak. Zordu Kız Kulesi olmak.
               Sonra üfledim içimde yanan ateşin dumanını. Derinlere inmişim farkında olmadan, nasıldı, kaçıncı kadehteydi çıkışımın bileti? Kaçıncı şişeydi bu? Yazık mıydı ya da yazık ediyor muydum kendime? Bilemiyorum, bilmiyorum başka yol baş edebileceğim bir çözümüm yok.
               Deniz kokusu yakıyor şimdi içimi. Yandıkça düşünüyorum. Düşündükçe daha dibe batıyorum.
               Benim Galata’m olmuş muydu? Olmadı, olamazdı. Çocukken aşk kolaydı. Sonraysa zorlaştı. Düşlerimde unutmaya karar verdim. Kadehimi kaldırdım masadan, şişeleri toparladım. Meğer ne çok şişe yitmiş. Kız Kulesi ile Galata’nın uğruna meğer bir ömür harcamışım. Onlarsa hala inatlarıyla aşksızlıktalar. Şimdi konuşurlardı benimle, çözmeliydim durumu.
               Koştum, o dar ve kuytu sokakları nefesim kesilene kadar. Ciğerlerim patlayana kadar koştum. Galata asırlık aşkına bakıp ağlıyordu. Sordum, neden dedim, neden koparasın denizden denizinden onu. Bana verdiği cevap çok netti. Hayır, hayal görüyor olamam. Konuştu benimle. İnsana sevdiği deniz olmalı, ben ona onun uğruna denize de razıydım. Deniz de olurdum ona. Ama o vazgeçti benden. Düşünmedi bile benimle olmayı, dedi.
               Aşk böyleydi. Sen ona dünya olmaya çalışırken o seni bir hiç için bırakıp giderdi.

               Ah anılarım! Dalga dalga beni boğmaya başladılar yeniden. Ne yapmalı şimdi? Galata olup ağlamalı mı, yoksa Kız Kulesi olup vaz mı geçmeli? Benim için tek seçenek kaldı, zaman sarhoş dalgalarımda kaybolma zamanı…

24 Ekim 2017 Salı

Son Mektup

               Her insanın zihninin netleştiği bir an vardır. Bu da benim anım. Saat 2.30 gece; uykudan haber yok, düşüncelerimin faili meçhul. Ve ben yaşayan bir ölü. Çok değil belki de hiç olmayacak bir zamanda mutlu olurum diye bekleyip hayal kırıklıkları canına batmış ben. Zordur; herkeste kalan, dinleyen, koruyan olup; korunmamak, dinlenmemek ve geride bırakılmak. En büyük yük bu üçünün omuzlarında, canlarına batmakta, onları gün be gün yitirmektedir.
               Durup dururken nasıl yiter bir insan? Yalnızlık sağ olsun, yitirir. Neden zor peki? Neden hayat bazılarına hiç gülmez? Neden göz yaşları akarken geçtiği yerler kor alev olur? Ve neden bir insanın kaderi yalnızlık olur?
               Tek isteği dinlenmekken neden dinlenmez? Öfkeli değilim, hayır. Sadece çok yoruldum. Yazmaktan, dinlemekten, ağlamaktan, geride kalmaktan yoruldum. Yanlış anlaşılmasın kötü bir yöne gitmiyor bu yazım. Sonunda veda etmek yok. Unuttunuz mu ben geri de kalanım. Geri de kalanlar veda edemez. Onlara veda edilir. Herkes uyurken, uyuyamamak kaderleridir.  Çığlık atarlar feryat figan ama duyulmazlar. İnsanlar duymaz.
               Bazılarının rolü kısadır hayatta, bazıları figüran sadece kenar süsü. Bense iki gözlü sofaya kenar yastığı.
               Ağlamak kader mi yoksa lanet mi?
               Kaybolmak, şehrin sokaklarında, o gürültülü kalabalıkta sessizce kaybolmak. Zor değil, hem de hiç. Zor olan tutunmaya çalışmak; uçurumun kenarında ki o ince dal parçasına.
               Tutunanın; nedenleri, kalanları, dinleyenleri ve en önemlisi sevenleri var. Sebepsiz olmak en zoru. Sığınacak bir kuytu bulamamak, işte bu ölüm nedenidir. Peki ya ölmemek? Belki bir umut olur diye ümitsizce beklemek? Hangi insan dayanabilir, çekebilir bu acıyı?
               Çekemeyenler, taşıyamayanlar yaprak gibi düştü bir bir. Bu sonbahar çok hazin geçti. Çok yaprağımı kaybettim. Son yaprak bunlar, sonrası derin kış…
               Maviye aşık olanlara iyi davranın. Vardır onunda hayal kırıklıkları, can yaraları.
               Bunlar son istekler, söz veriyorum. Sadece ucundan da olsa denizi göreyim, bari tek yanımda kalanım gene yanımda olsun. Ekmeğin beni o çorak mavisiz topraklara, ne yaparım onsuz.
Bu bir veda değil, bu bir son değil; bu ağlayan ben değil. Bu güçsüz kişi ben değil. Yazmaktan yoruldum; karanlığa hapsolmaktan; kaybeden olmaktan çok yoruldum.
Tek nefes, tek nefes almak çok zor. İnsanoğlu tekken çok olmak için var. Bense fazlasıyla tekim.
Artık düşüyorum, yavaş yavaş. Binlerce kırık ve yara içindeyim. Bu kadar zor olmalıydı ellerimden tutmak.
Yıldızları görebildiğim, maviye kavuşabildiğim bir hayat. Son istek. Son arzu. İyileşmek için son çaba.

Eğer olmazsa yeniden, son vakti gelmiştir rolümün. Sahneden inme zamanı…

Beklemenin Dayanılmaz Sancısı

               Beklemek ya da bekletilmek ölümle eşdeğer bu hayatta. Çok zordur bekleyen olmak. Israr kıyamet sabretmek. Zordur sabra sahip olmak. Beklenen kişi merak ediliyorsa birde, o işte en zoru.
               Bilir misiniz, bir insan beklerken kalp krizi geçirebilir. Bekletmemek çok kolayken, neden bekletmek tercih edilir?
               Beklemekten sıkıldım. Daha kaç yıl o aşkı beklemeliyim. Büyükler, dillendirme kızım söyleme öyle sualler sorulmaz, der. Ama ben ne zaman dinledim ki onları? Ondandı belki de, beni yok saymaları, hor görmeleri.
Neden insanlar daha üstün birine karşı gelmekten korkar? Hayır, yanlış anlamayın din açısından değil; sadece körü körüne söylenenlere inanmak benim için çok zor. Nasıl başarıyorsunuz bunu? Söyleyin bende yapayım. Söyleyin bende artık sizler gibi olayım yalvarırım.
               Palas pandıras inanmaya da razıyım sadece nasıl onu öğretin bana. Ben bilmiyorum yalanlara inanabilmeyi. Anlıyorum işte. İster lanet, ister lütuf deyin. Benim için fazlasıyla yıkıcı tek bildiğim bu. Bir de o mutlu olmayanlar, sahte mutluluğu nasıl yakalıyorsunuz? Bana öğretin, bilemeyecek kadar yorgunum. Sadece yorgunluk da değil üstelik bitiğim. Ruhumun feryadı kulaklarımda çınlıyor. Bu kadar zor olması asla sahip olamayacağım anlamına mı geliyor?
               Çok soru sordum yine, kimsenin yanıtlayamayacağı kadar çok soru. Yorulmasınlar söyleyin. Ben buradayım. Bekliyorum. Ölmeden, ölemeden bekliyorum. Sadece beklemek. Soğuktan uyuşan bedenim düşene kadar beklemek.
               Neden mi karamsarım? Beklediklerim olmaz benim.
Neden mi böyle oldum? Çok bekledim. Soğuk tüm haşmetiyle beni de soğuttu. Sonra ısınamaz oldum. Soğuk vurdu çiçek açan dallarımı. Çiçeklerimi kaybettim. Tomurcuklarım çiçek olamadan öldü. Ben küçük bir filizdim; rüzgar, soğuk, yağmur demeden bekledim. Beklerken kaybettim çoğu özelliğimi. Beklerken kaybettim kalbimi. Beklemenin ne demek olduğunu bilmiyor ve bana inanmıyorsanız eğer, bir bilene sorun.
Annesini bekleyen çocuğa sorun; soğuk ne demek?
Yârini bekleyen kadına sorun; umudunu kaybetmek ne demek?
Kocasını bekleyen vefakar eşe sorun; camda beklerken ki o ümidini ve heyecanını.
Aldatılmış adama sorun; nasıl yiter ümitler?
Bana sorun, sıra gelirse tabi, ellerinin ısınmaması ne demek…
Gözlerim dalarken ufuk çizgisine tam olarak bunları düşündüm. Beklerken ufka bakmak iyidir.
Aklımda ki sorular dilimden firar etti, alçakça döküldüler caddeye. Sordum herkese; üşüyor mudur, beni düşünüyor değil mi, yakalamış mıdır otobüsü, buraya gelecekti yoldaydı, yoldadır değil mi, beni bırakmaz bırakamaz gitmiş olamaz değil mi? Ölmemiştir o, ölemez beni bırakamaz. Bırakmazdı. Nerede saklıyorsunuz onu? Beklediği mi biliyor mu? Hadi verin geri bana onu, lütfen. O beni severdi, seviyorum demişti. O yapmaz bunu. Karanlıktan korkar o, getirin bana. Verin bana geri onu. Beklemek ölümden beter. Bekletmesin beni söyleyin, gelsin.

Ben onu aynı yerde, aynı köşe başında bekliyorum. Dolunay olmadan gelsin. Gelsin de son bir kez göreyim onu.

23 Ekim 2017 Pazartesi

Ebedi Olanlar Namına...

Uzun zamandır kağıt kokusuna hasret kalan ben, sonunda yeniden yazıyorum…
Yazmaya seneler önce çok sevdiğim biriyle başladım. O zamanlar yazdıklarımızı okur, üstünde eleştirilerde bulunur, sonrada içlendiğimiz yerlerimizden sarılır ağlardık.
Bir gün yine okurken yazımı ansızın bana dönüp “Edebi yazılar, ebedi yerlerde yazılmalı” dedi. “Mesela?” dedim, şaşkındım o zamanlar toydum. “ Gel seni ebedi edebiye götüreyim de gör, neresi olduğunu.” Dedi, tuttu elimden.
Beni el değmemiş kayalıklara, denize götürdü. “İnsan eli değince bozulur buralar ondan sadece edebiyat değmeli.” Dedi. O gün o kayalıklarda kesilen yerlerimize deniz basıp yazdık. Bir süre böyle sürdü. Yazılan yazılar, ağlanan olaylar ve daha nice dalga geçti.
Deniz bir süre sonra onu benden aldı. Yazmaya gittiğinde kayalıklardan düşmüş, yüzmeyi bilmeden de severdi denizi, denizine gitti. Bense ondan sonra her yazımı o kayalıklarda yaralarıma deniz basarak yazdım.
Nedense gitmedim çok zaman oralara. Artık yaralarıma kimse geçicek demiyordu. Yazılarımı okuyacak kimsemde kalmayınca vazgeçtim edebiyat sevdamdan. Yazdıklarımı duyan kalmadı.
Çok sonra bir gün gittim o kayalıklara. Yeniden yad ettim ruhunu ebedi olanın.
Baktım dikkatli bir çift göz beni izliyor. Ne oldu der gibi bakışları.
Bu sefer ben söylemeliyim deyip atıldım, “Ebedi olanlar namına edebi yerlerde ağlanır.”

İstersen gel yaraları olanlar bilir burayı, sende bas denizi yaralarına belki sana da iyi gelir.
O gün üçümüz içinde milat oldu; ne ebedi olan unutuldu, ne yazılar öksüz kaldı ne de sorular cevapsız.
Böyle işte benim yazmaya başlayışım. Bir sevda gibi acı ve hüzün dolu…
Her yazımda satır aralarından taşar dalgalar. Yaralarına tuz basar okuyanın. Yarası derin olan gelsin bulsun beni. 
O kıyı sahipsiz kalmasın. Sadece edebiyat değsin dalgalarına gene…